top of page

Makaleler

Oruç ile İlgili Beş Kavram

1) GÜNAH: Günah kavramı söylenince hatıra hemen din ve metafizik alem gelir. Bu doğrudur, ama günah gerçeğinin tam karşılığı bu değildir. Günahın tam karşılığı, sonsuz bilgi-işlemle örülen doğadaki sonsuz bilince zarar vermek kelimesidir. Şöyle ki:


Varlık iki ana damardan oluşur. İyi ve kötü, negatif ve pozitif, ak ve kara ve diğer sonsuz zıtlıklar. Bu zıtlıkların biri diğeri ile çatışması ile ve sonsuz bir bilgi ve bilinç dengelenmesi ile evren var olmuştur. Buna evrensel dualiteli-diyalektik yasası denir. Bu diyalektik yasanın sonsuz numuneleri var. Evet, artı-eksi iyi-kötü negatif-pozitif soyut-somut fizik-metafizik gerçeklikleri, bütün varlığı kuşatmıştır. Çağımız, teknolojide, bilimde ve diğer sonsuz imkanlar ile bir altın çağ olması lazım iken, doğadaki sonsuz denge ve bilince dayanmadığından, dengesiz ve mutsuz bir çağ olmuştur. Nitekim Materyalizm, fizik-metafizik, iyi-kötü diyalektiğini kabul etmediğinden, dengesizlikler demek olan zulüm ve günah kavramını çokça yaşıyoruz.


Evet, Günah kelimesinin aslı cünahtır. İslam öncesi dönemde Arapçadan Farsçaya geçmiş, oradan Selçuklular döneminde Türkçeye mal olmuştur. Kelimenin etimolojisi, kanadın ucu demek olan cenah kelimesine dayanıyor. Demek günah sadece dini bir kavram değildir. Her şeyin aslı ve varlığının temeli olan diyalektik dengedeki bilince zarar veren her nevi uç olmak, doğayı da insanı da ve soyut değerleri de tahrip eden birer günahtırlar. Kur’an Rum suresinde ekolojik dengesizlik için, insanların kendi elleriyle yaptığı bozgunculuk (fesat) diyor. Evet, zina, sonsuz bir bilinç ile kurulan aile hayatını bozduğu için günahtır. Hırsızlık ve yolsuzluk, asla doymak bilmeyen, ekonomik bir tahribat olduğu için günahtır. Zulüm, fakir- zenginin ve güçlü-zayıfın arasındaki dengeyi bozduğu için büyük günahtır; vs.


Arapçada günah manasına gelen iki kelime daha var: İsm ve Zenb: İsm, peltek se ile cürüm demektir. Mutlaka cezalandırılması gereken suç manasına gelir. Zenb de kuyruk demek olan zeneb kelimesi ile aynı kökü paylaşır. Bu ise, insanın ardında bıraktığı yanlış demektir. Hani Türkçede onun artık bir bagajı var denilir ya; insanın taşımak zorunda kaldığı yanlışlar için…

Din Kaygısı mı, Siyasi Çıkar Kavgası mı?

Hz. Muhammed, hile-i şeriye yapanları lanetlemiş idi. Fakat Abbasi siyasetinin emrine giren İmam Ebu Yusuf bu dolanmaya fetva verdi ve bazı Hanefi alimleri Kitab’ül-Hiyel isminde eser bile yazabildi. Halbuki onların Hocası İmam Ebu Hanife, siyasete alet olmamak için hapislerde ömrünü çürütmüş idi.


Hemen hatırlatalım: Orta Çağ, Miladi 500’lü yıllardan yani bilim ve felsefeye dayanmayan Kilisenin Yunan bilim ve felsefesini ve bunun okullarını yasak etmesinden, ta Miladi 1500’lü yıllara yani Rönesans’a kadar sürmüştür. Bu Orta Çağın özellikle eğitiminin temel özelliği şudur: Gramer ve dilde zirve bir eğitim, ama bilim ve felsefede sürekli laf spekülasyonlarına dayanmak. İslam dini ilk üç asırda aklı ve bilimi ve Yunan felsefesini kabul etti. Fakat bu kabul etme, Mutezile mezhebine has kaldı. Fıkıhçılar (Şeriatçılar) ve Muhaddisler (Rivayetçiler) bu akıldan ve bu bilimden nasiplenemediler.

Erken Doğmuş Fakat İnsanlık İçin Gerekli Bir Proje
veya Tarihte bir Gezinti

Sibernetik bilimi bugün gösteriyor ki: Sosyal hayat da fizik ve biyolojik hayat gibi canlıdır. Yani düzenli, doğurgan ve ölümlüdür. Hz. Muhammed, bu sosyal kurumlar yüzyılda bir yenilenmeli dedi. Her yüzyılda bir alim gelip bu ümmet için dinini yenileyecektir; yüzyıl sonra, bugün yaşayanlardan hiç kimse dünyada kalmayacaktır, dedi.  İlk Sosyolog olan İbn Haldun da bu süreyi yüz yirmi yıl ile sınırlandırıyor. Nitekim Tevrat da Tekvin kitabında insanın nihai ömrü 120 yıldır diyor. Evet, yüz yılda insan öldüğü gibi, kurduğu müesseseleri de kokuşur. Onun için, varlığı ve hayatı evrimleşmek ve gelişmek üzere yaratan Allah, sürekli olarak bu kokuşmuş kurumları dışardan gelen güçlerle yeniliyor. Hristiyanlık, 4. Asırda Konstantin’e teslim olup kurumlaştıktan sonra 7. Asırda İslam ile yenilendi. İncillerden anlaşıldığı gibi Yahudilik şekilci Şeriatçılıkla (Ferisilikle) kokuşunca, Roma eliyle sürgüne maruz kaldı. Sonra İslam’la da bir daha sürgüne maruz kaldı. İslam alemi özellikle Abbasi İmparatorluğu çok canlı ve yeni bir medeniyet getirmişti. Bu Medeniyet daha sonra Endülüs ve Sicilya üzerinden Avrupa’ya geçip, onları kokuşmuş Kiliseden kurtaracaktır. Abbasî de kokuşunca Selçuklular geldi, Orta Doğu'da medeniyete epey hizmet ettiler. Sonra Moğol istilaları her şeyi sıfırladı. Şiddet tamamen hayata hâkim oldu. Fakat çağları aşan Mevlâna irfanı ile o şiddet ve o yıkım, bayındırlığa ve irfana dönüştü. O süratle Osmanlı kuruldu. Osmanlının kurulmasında Mevlana’nın etkisi çok büyük de olsa, asıl fikir babası olan Edebali, bir Kürt Şeyhi olan Taceddin’in mürididir. Ta o zamandan beri Türklerin hayatında gerek ordu olarak ve gerek müderrisler olarak Kürtlerin katkısı çok büyük olmuştur.

Yahudilerin Özgeçmişi ve İsrail Devleti
Üzerine Bazı Mülahazalar

Kültürlü ve girişimci insan demek olan Homosapiens insan neslinin yaşı, yaklaşık 150 ila 200 bin senedir. Bunun çoğu hayvan ve çıplak olarak yaşamıştır. Avcı-toplayıcı olarak geçinmiştir. Son elli bin senesinde dil ve konuşma varsa da asıl medeniyet ve dillerin gelişimi buzul çağından sonradır. Tevrat’ın mucizevi yani tam doğru olarak bildirdiği üzere bu yeni gelişmeler Mezopotamya’da olmuştur. Göbekli Tepe, Sümer ve üçüncü adımda Akad İmparatorluğu… Yahudiler, işte Akad İmparatorluğunu oluşturan beş koldan bir koldurlar. Diğerleri, Asurlular, Araplar, Aramiler, Elamlılar (Kürtler) ve Gutiler. Bu bilgiyi Arkeolojik verilerden ziyade bu beş kolun dillerinin ve alfabelerinin ortaklığından anlıyoruz. Elamlılar, İmparatorluğun emri altına tam girmedikleri için, onlarda alfabe oluşmamıştır. Fakat Akatça bir metin olan Gılgamış Destanında çok Kürtçe kelime görebiliyoruz. Yani sizin bileceğiniz, Yahudi Tarihi Milattan iki bin sene öncesine dayanır. Ve çoğu da göçebe olarak yaşamışlardır. İbrani, göçebe demektir. Fakat Babil sürgününde Ezra, Akadların bütün dini birikimini alıp vahiy ile onu Tevrat diye yazıya geçirdi. İşte asıl Yahudi tarihi, kimliği ve milliyeti bununla başlıyor. Yahudiler Ezra Peygamber’i ikinci Musa olarak kabul ediyorlar.


Hulasa: Yahudilerin kendi ataları diye bildiği Adem'den Ezra’ya kadarki zincirleme nesiller, aslında sadece Yahudilerin değil de bütün medeni insanlığın atalarıdırlar. Daha doğrusu İbrahim ve Musa da dahil bunların hiçbiri tarih değiller. Bütün zamanlara bakan kollektif ve arketip kişiliklerdir. Mesela: İbrahim, birbirine zıt diyalektik yapıları yaşayan ve onları orta çizgide birleştirerek kaliteyi elde eden kişi demektir. Musa, yasa (Risalet) nehri veya tıkanmayı önleyen ustura demektir. Harun, yumuşak davranan mistisizm (Velayet) demektir.

Ateist Kardeşlerime Bir Çağrı

Kardeşlerim diyorum; çünkü onlarla aynı evreni aynı gezegeni, aynı biyoloji ve genleri, aynı insani değerleri paylaşıyorum. Bir tek farkım var. Ben varlığı soyutuyla-somutuyla birlik içinde ve sonsuz olarak algılıyorum. Bazı soyut değerlere inanıyorum. İnanıyorum ki: Eğer o kardeşlerim de benim gibi varlığı tam ve dengeli olarak algılasalar, onlar da benim o evrensel soyut değerlerimi benimle paylaşacaklar, biz sadece kardeş değil de Tanrı-İnsan (insan-ı kâmil) olacağız. Kardeşlikten öte, ırk, din, meslek farkı olmadan sekiz milyar olarak kaynaşacağız. Hümanizm ilkeleri üzerine değil sadece bir dünyayı, sonsuz dünyalar inşa edeceğiz. Hemen ifade edeyim; azgın ateizm ve onun dayandığı koyu materyalizm, bu algıya ve bu değerlere saldırıdır, insanlığa iftiradır.


Bakın, 600 yıl önce henüz evrim ve fen ilimleri oluşmamışken benimle aynı varlık algısına sahip ve aynı soyut değerleri bilen Ahmed-i Ciziri, şu Tanrı-İnsan hakikatini Kürtçe olarak ne güzel ifade etmiş. Yemin ediyorum: Ben bu konuda beş kitap yazdım, bu netlikte bu evrensel hakikati o kadar net anlatamadım. Kürt Diline hakaret edenlerin kulakları çınlasın.

Karşılaştırmalı Eski Ontoloji ile
Çağımızdaki Ontoloji

Ontoloji, Yunancada varlık manasına gelen onti kelimesi ile bilim ve mantık manasına gelen logi kelimelerinden oluşmuş, önemli ve eski bir kavramdır. Eskisini de ele alıyoruz, çünkü bu kavramın kökeni 4000 yıl öncesine, Hz. İbrahim’e kadar gidiyor. Bazılarının sandığı gibi bunun ilk kökeni Yunan değildir. Ontoloji için sözlüklerde Felsefenin bir alt dalı deniyorsa da bu söylem, antik Yunan dönemi için geçerlidir. Çünkü antik Yunanda bilim ile felsefe iç içe idi. Fakat çağımızda varlığı dört boyutuyla; Fizik, Kimya, Biyoloji ve Yazılım bilgileri merceğiyle gördüğümüz ve değerlendirdiğimiz için artık bugün Ontoloji Varlıkbilimi demektir, denilebilir. Zaten insanlık bugün logi kelimesini artık felsefeden ziyade bilim dalları manasında kullanıyor.


Şimdi ilk olarak antik Yunanda Ontoloji bilimine bakacağız, Sonra Sami (İbrahimî) dinlerdeki oluş (varlık) bilgisine bakacağız. Sonra konu ile ilgili beş-on temel kavramanın bilimsel izahına geçeceğiz. İşte:


İnsanlık 40-50 bin senedir, nedenselliği ve etrafımızı kuşatan varlığı merak ediyor. Gücü nispetinde ona isimler de takıyor. Son 12 bin yıldır, ona kutsallık ve başka manalar da kattı. Çünkü varlığı tanımak, yanlış bir şekilde de olsa insana huzur verir. O tanımakla insandaki yabanilik ve vahşet diner. Bu tanıma işlemi, Tasavvuf dilinde irfan diye isimlendirilmiştir. İrfan kelimesi tanımak demektir. İnsanoğlunun olmazsa olmazıdır. Çünkü insan kelimesinin de asıl manası tanıyan demektir.


Bu son 12 bin yıllık geçmişte özellikle Sümer, Akad, Mısır ve Yunanda Mitolojik ifadelerle varlık tanınmış ve dillendirilmiştir. Yani eski dönemde bu milletlerde üst korteks ve akıl fazla çalışmadığı için, derin bilinçdışıları, varlığı, ondaki saklı olan yazılım sonucu oluşan arketip veya melek ve ruh (ne derseniz deyin) olarak görüyordu, her şey onlarda canlı idi. Gerçi ilkel yapılarından dolayı maddi nedensellikleri bazen absürtçe ifade etmişlerse de onlarda farklı bir varlık algısı ile hayat ve ölüm algısı vardı. Mesela onlarda kişisel ömür yoktu, devlet veya millet ömrü vardı, bin ve 950 senelik gibi ömürleri o dönemde görüyoruz.

Kibir ve Gurur

Kibir, soyut ve sonsuz büyüklük demektir. Yine büyüklük manasına gelen azamet ise somut büyüklük demektir. Kemikler manasına gelen izam da bu köktendir. İnsanlık ve din olarak kibir yasaklanmış iken azamet yasaklanmamıştır. Çünkü insan için azamet söz konusu olmuyor. Sadece şişmanlık söz konusu olur; o da tıbben yasaktır. Gurur ise onur diye bugünkü dile çevriliyorsa da kelimenin tam manası aldanmak demektir. Ve her aldanma negatif ve şeytani bir işlem olduğundan, Şeytana Kur’an’da iki yerde Garur: Çok aldatıcı denmiştir.


İnsanın soyut duygu ve yetenekleri, sonsuza dek gelişmeye müsait de olsa, hayat genellikle onlara o izni vermiyor. Fakat insan, başta bilgisi olmak üzere kendi soyut yeteneklerini sonsuz hissediyor. Ve dolayısıyla eğer hariçteki hakikatin önünde kendi haddini bilmezse her zaman aldanır. Onun için bu iki kelime genellikle beraber kullanılır. Çoğunlukla negatif ve şeytani duygular olarak ele alınır. Kur’an dahi her yerde bu iki kavramı böyle kullanmıştır. Aşağıda bu konuda 9 ayetin açılımına döneceğiz.


Evet insan sonsuz değildir, ama sonsuzu anlayabilecek ölçeklere sahiptir. Fakat yanılıp kendini sonsuz hissederse, başta Psikolojik olarak hastalığa yakalanır. Sonra varlıktan, hayattan ve hakikatin sonsuz bilgisinden mahrum kalır.


Kibri tetikleten ve daha sonra aldatıp insanın ayağını kaydıran şu beş sebebi sayabiliriz:


A) İnsanda benlik var. İnsanın benlik sahibi olması demek, onun soyut ve sonsuz algıya sahip olması demektir. Bunun görevi, varlıktaki ve hayattaki sonsuz gerçeklere ölçü olup onları anlamaktır. Bu, insandan başka hiçbir hayvan türünde yoktur. Fakat o benlik arınmazsa döner kendini sonsuz sanır. Bu aşamada kendi namına yasalar yapar. Monarşilerde gördüğümüz gibi.


B) Sonra milletini en büyük ırk kabul ederek, milletin bütün yaptıklarını kendi yaptığı imiş gibi hisseder, ırkçı olur. Burada mesela millet namına yasalar yapar.


C) Sonra bütün insanlığın birikimini hırsızlayarak kendine mal eder. Firavunlaşır. Tamamen, yasama, yargılama ve yürütme yetkisini kendinde görür.


D) Sonra bütün evrene sahip çıkmaya çalışır. Tanrılık iddia eder. Yargı ve yasama işlerini az görüp yaratmaya çalışır. Ama bir atomu bile yaratamaz.


E) Bağlı olduğu dinin, mürşit ve üstadının büyüklüğünü de kendi benliğine dördüncü bir katman yaparak, artık kulağını hakka ve yeni bilgilere tamamen kapatır.

bottom of page