G-T2HYGSVLZV
top of page

Makaleler

İslamiyet’in Temelleri Nasıl Atıldı!?

21.03.2023’te İslam dünyasının geri kalış sebebi olarak aklı, kıyası ve bilimi reddeden Hadisçiler olduğuna dair iki sayfalık kısa bir yazı kaleme aldım. Bilgiye özellikle fen bilgilerine alerjisi olanlar, yok sen mezhep imamlarına, tarihimize hakaret etmişsin, diye serzenişte bulundular. Halbuki ben tarafsızca meseleyi ele almıştım. Mezhep imamlarına asla hakaret etmedim. Etmem de… Hadisçileri de tam eleştirmedim, özellikle aklı, kıyası ve ilmi kabul eden İmam Şafii ve İmam Hambeli gibi muhaddisleri istisna ettim. Gayem İslam dünyasının da Kur’an gibi temel değerlerini doğru anlaması ve modern dünyaya ayak uydurması idi. Yazıyı paylaştığım günün akşamında baktım anlayanlar çok az. Tepkiler, birçok okumuş ve profesörden de gelse yersiz. Dolayısıyla bu aşağıdaki beş konuyu kısa kısa anlatmam gerektiğini anladım. Ki o ilk yazı hedefine varsın. Yoksa Tarihperestlik ve şahısları kutsama duyguları, insan profesör de olsa algı gözünü kapatıyor.

İslam Bilim Tarihinden İlginç Bir Anekdot

İslamiyet Arap yarımadasına geldiğinde hiç dinsiz yoktu. Allah’a şirk koşanların da kendine göre bir inancı ve dini pratikleri vardı. Kur’an’ın şu mucizeli ayeti, o günün insanlarının ihtiyacını ve ne durumda olduklarını çok güzel bir şekilde özetliyor:


“Sadece ve sadece o Allah’tır ki (yani son derece olağanüstü bir şekilde) hiç okur-yazar olmayanlar içinden ve onlar gibi okur-yazar olmayan bir peygamber diriltti. O Peygamber, o okur-yazar olmayanlara kendisini gönderen Allah’ın belgelerini okuyor ve uygulatıyor (Tilavet). Onları her nevi pislik ve yanlıştan arındırıyor (Tezkiye). Onlara hukuk ve kanunlar öğretiyor (Kitap). Ve onları belirli bir anlayış ve ahlak içinde eğitiyor (Hikmet). Her ne kadar o okur-yazar olmayanlar (ümmiler) bu işlemlerden önce apaçık bir sapıklık içinde idilerse de...” (Cuma Suresi, 2)


İlk nesil Sahabeler, bu dört işleme hepsi tabi idiler. Fakat insan mideden ibarettir; ilk basamak olarak. Dolayısıyla o Sahabelerin büyük bir çoğunluğu ziraat ve ticaretle de meşgul idi. Çok az bir grup ise kendilerini bu kutsal dört işleme adamıştı. Bunlar Hz. Muhammed’in Mescidinin avlusunda yatarlardı. Geçimlerini Hz. Muhammed sağlıyordu. Bunlara Ashab-ı Suffa denilirdi. Suffa avlu demektir. Ashab-ı Suffa sayıları azdı; ama görevleri çok önemli idi. Peygamber bunu bildirmek için, İlim Öğrenenlerin mertebesi, ziraat ve ticaret için çalışanların mertebesinden yüz kat daha yüksektir, diye buyurdu. (Darimi)

Allah’ın Sonsuz Varlığı ve İnsan Özgürlüğü

Ana Konuya Girmek için Bir Giriş: Ayet’el-Kürsi Tefsiri:


Bu ayet, Allah’ın özgün varlığı olan ilmini anlatır; kader de ilim nev’indendir.


İşte Kur’an’ın bu ontolojik ayetini anlamak için şu beş bilgi notunu önceden bilmek gerektir:


1) Varlık soyutuyla somutuyla sonsuzdur. Dolayısıyla yokluk diye bir şey yoktur.


2) Asıl varlık, bilim adamlarının soyut datalar ve yazılım diye dile getirdiği bilgidir.


3) Allah kelimesinin belirsiz hali olan İlah kelimesinin etimolojisi, Soyut ve Sonsuz olduğu için yalnızca kendisine tapılan demektir. La İlahe İllallah, sadece sonsuz olana tapılır manasına gelir. Uluhiyet tevhidini bildirir. Allah kelimesi, belirlilik edatı (Lam-ı tarif) alan halidir. Demek Allah soyut boyuta bakar, Rahman somut boyuta bakar, Rahim ise aradaki varlıklara bakar. Üçü de birdir. O’nun Ehad (çok birlik sahibi) ismi ise, her yerde bulunduğunun ve her şeyde göründüğünün ifadesidir. Evet, sınırlı varlıklar, sınırlı olmaları ile beraber sonsuzluğu gösterirler. Çünkü ancak sonsuz bir enerji, yazılım ve gelişme süreci ile var olabilirler.


4) Bu ayette geçen Hayy ve Kayyum (Diri ve Ayakta Tutan) isimleri, bütün biyolojik ve fizik varlıklardır. Evet, Allah’ın isimleri kâinattaki hakikatlerdir. Bu hakikatler Allah’ın sonsuz soyut varlığının devamıdırlar. İsim-müsemma birdirler. Bir görüşe göre bu varlıklar, süreç ve sistem olarak sonsuzdurlar; diğer bir görüşe göre fizik olarak da sonsuzdurlar. Birçok kâinat var ve birçok Big Bang olmuştur, diyen görüşe göre. Demek Arapça ve İbranice olarak kullandığımız sözcükler, Allah’ın isimleri değil de O’nun gerçek isimlerinin isimleridirler. (İbn Arabi, Ansiklopedi)


5) Ayette geçen Allah Kürsüsü, kadim tefsirlerde Allah’ın ilmi diye geçiyor. Kralın, üzerinden devleti yönettiği Taht demek olan Arş ise, Allah’ın kudreti (gücü) diye tefsir edilir. “Rahman (somut varlığı da olan) Allah arşa istiva etti.” ayeti, Allah somut tecellisiyle, bütün varlık ve kâinata egemen oldu, manasındadır.


Ben merak ediyordum: Allah gücüyle her şeyi kuşatmış yönetiyor. Neden Arşı gökleri ve yeri kuşatmış denmiyor da Kürsüsü gökleri ve yeri kuşatmış deniyor? Sonra asıl varlığın ilim ve yazılım olduğunu ve her şeyi kuşattığını öğrenince bu ayetin önemli asıl bir nüktesini bilmiş oldum.

Çocuk Yaşta Evliliğe Kökünden Çözüm (Veya Hz. Aişe Sendromu)

[Bu yazı (Ekteki Yazı: Hz. Aişe Sendromu) 1991’de Turan Dursun’a cevaben yazıldı. İki sene önce hadislerle ilgili yazdığım birkaç notu ilave ettim. Son ikinci ilave de Mürselat suresi tefsiri münasebetiyle bu ay yazdığım üç ayetin tefsiridir. Münasebetten dolayı buna ilave ettim. Burada Temiz Bilginin önemini göreceksiniz. Özellikle dinî konularda temiz bilgi, bir dindar için en birinci görevdir, inanacaksınız. Evet İslam dini, yanlış bilgi karıştırdığı için kâhinden bilgi almayı dinden çıkmakla eşit tutuyor. Ve İslam kültürü içinde usul ve metod kitapları içinde en muteber kitap olan Cemu’l- Cevami’ kitabı, sağlıklı bilgi almayı bir Müslüman için en birinci görev olarak gösteriyor. Fakat maalesef yine göreceksiniz ki hadisler sağlıklı ve temiz bilgi kaynağı değillerdir.]

Hz. Muhammed’in Yüksek Ahlakı:

Bunların (ahlakın) içindeki nokta-ı i’câz (mucizelik noktası) şudur ki: Ahlâk-ı hasene (güzel huylar) çendan (gerçi) birbirine mübayin (çelişkili) değil; fakat derece-i kemâlde (zirve oluşlarında) birbirine müzahamet eder (birbiriyle sıkışır).  Biri galebe çalsa (üstün gelse) öteki zayıflaşır.

Meselâ: Kemâl-i hilm (son derece yumuşak huy) ile kemâl-i şecaat (son derece cesaret) hem kemâl-i tevazu’le (son derce alçak gönüllülükle) kemâl-i şehamet (tam bir kahramanlık) hem kemâl-i adalet ile  (zirve bir şekilde adil davranmakla) kemâl-i merhamet ve mürüvvet (son derece acımak ve insancıl davranmak) hem tam iktisat ve itidal (denge) ile tamam-i kerem ve sehavet (tam bir iyilikseverlik ve cömertlik) hem gayet (son derece) vakar (ağırbaşlılık) ile nihayet haya (son derece utangaçlık) hem gayet (son derece) şefkat ile nihayet (son derece) Allah için kızmak: ﺍﻟْﺒُﻐْﺾُ ﻓِﻰ ﺍﻟﻠَّﻪِ.

Hem gayet (son derece) afv ile nihayet (son derece) izzet-i nefis (onur) hem gayet (son derece) tevekkül (işi Allah’a bırakma) ile nihayet (son derece) içtihad (çalışma) gibi mecâmi-ı ahlâk-ı mütezahime (birbiriyle sıkışan bütün ahlakların) birden derece-i âliyede (en yüksek seviyede) bir zâtta (bir kişide) içtimaı (toplanması), müzayakasız (birbirini sıkıştırmadan) inkişafları (gelişmeleri) mu’cizelerin mu’cizesidir.

(Peygamber Bilgisi Kitabından)

Önemli Bir Hatırlatma: Maalesef hadislere baktığımızda başta açlık, cinsellik ve savaşlarda şiddet olmak üzere Hz. Muhammed sürekli dengesiz yaşamıştır, diye görünüyor. Özellikle hadislerin en çok satan Terğib ve Terhib kitaplarına bakabilirsiniz. Evet, denge zor olduğu için insanlar böyle kitaplara çok rağbet ediyor.

Yine anlıyoruz ki, İsmailağa Cemaati gibi dinde samimi ve müteaasip Müslümanları yanıltan hatta bu çocuk evliliği meselesinde, Kur’an’ı ve asıl meslekleri olan kıyası değil de bu gibi hadisleri esas alan Dört Mezhep İmamlarını dahi şaşırtan bu gibi rivayetlerdir. Evet Dört Mezhep ne zaman Kur’an ve kıyas yerine rivayetleri esas almışsa yanılmışlardır. Recm (zina edeni taşlayarak öldürme meselesi) ve bu çocuk evliliği meselesi gibi.

Kutsal Dini Kıssalarda Değerli Bilim Adamı Celal Şengör'ün Bilmediği Önemli Noktalar

Celal Hocam, bu kıssaların anlattıklarını Tarihte görmeyince  herhalde masaldırlar, diyor.

Evet Tarih olmadıkları gibi asla masal da değiller. Belki Antropolojik, Sosyolojik ve Ontolojik yasalardır.

Demek Celal Hocam, Kiliseye ve Diyanete karşı bir açıdan haklıdır. Ve Mahkemeye verilmesi tamamen yanlıştır.

Çünkü Kilise ve Diyanet, ilmin bu kadar geliştiği bu çağımızda dahi hala o kıssaları tarih diye dayatıyor.


Evet dini bilgiler tarih değiller. Peygamberlerin somut bireysel bazda gözlemlediği yasalardır.

M. İkbal, Carl Jung ve Bediüzzaman bunların evrensel yasalar 

başka bir deyim ile arketip ve şahs-ı manevi olduğunu ifade ettiler.

Bediüzzaman 20. Söz'de bunu şöyle formüle etti: Bu Kıssalar ve her bir cümleleri:

Birer kanun-u külli-i meşhutturlar. (Evrensel ve heryerde gözle görülen yasalardır.)


Mesela Ademin bütün insanlık dillerini ve ilimlerini bilmesi, insanı hayvandan ayıran 

onun üstünlüğünün ve sorumluluğunun mucizesi olan sonsuz güzellikte  

ve dünya çapında gözlemlenen  bir gerçekliktir.

Mesela Nuh'un 950 sene yaşaması İnsanlık Tarihinde dinlerin egemen olduğu ilk çağın bir ifadesidir.

Ve mesela: Tufan Buzul Çağında gerçekleştiği tarihen sabit olan  binlerce  tayfunun ifadesidir.


Mesela İbrahim'in Putperestliği kırması, insanlık Tarihinin Mitolojiden kurtulup diyalektik düşünce

safhasına yani  Birlik ve Tevhide geçiş ifadesidir. Zül-karneyn ise, bütün tarihteki bütün vahşi, bozguncu ve yağmacı saldırılara (Yecüc- Mecüce) karşı koyan bütün siyasi ve dini liderlerin ortak ismidir. Mesela: Hızır Ekoloj sembolüdür.


Mesela: Musa hukuk, şeriat ve millet fikri ile gelen bütün peygamber ve  liderlerin ortak kişiliğinin ifadesidir.

Harun, Mistisizmin ve Ruhban kurumlarının adıdır..

Mesela Lokman Tıp Sektörünün ifadesidir. Lokman Suresinde Tıbbın iki temelini atıyor:

1) Şirk koşmamak yani Sonsuz bir yaradana inanmak yani kaygı çekmemek.

2) Şükretmek.  Şükrün bugünkü dilimizde karşılığı memnun olmak demektir.

Bu ise sağlığın temel yasalarından biridir.


 Celal Hoca Muhammed'den başka hiçbir tarihi peygamber yoktur, diyor.

 Büyük ilmi bir yanlışı ortaya atıyor. Ne de olsa mühendistir, herşeyi somut düşünüyor.


Evet İsa'yı Yahudi ve Roma belgelerinde görüyoruz. İnterneti tarasa bunu kendisi de görebilir.

Ve Babil Sürgününden sonra başta Ezra olmak üzere diğer Yahudi peygamberleri 

Yahudi tarihinde sabittirler. O zaman yazıya geçirilen Tevrat'la da sabittirler..


Bu kardeşiniz 25 yıldır. bu gibi konularda dört kitap ve kırk makale yazdı.

O kıssaların her bir cümlesinin nasıl birer ilmi yasa olduğunu hiç atlamadan gösterdi.

Burada  dört tanesini siz değerli dostlarımla paylaşıyorum. Tekrardan bıkmamanızı diliyorum.


Herkese binler selam ve hürmetler.


Okumak için tıklayınız:

1- İbrahim'in Hakikati - 2

2- Nuh'un 950 Sene Yaşamasının Manası

3- Tufanın Gerçeği

4- Âdem ve Havva Hakikati

Başta Açlık Olmak Üzere Bütün Sorunlar Din-Bilim Barışından Geçer

İnsanlık, yedi-sekiz bin senedir, varlığı ve hayatı anlamlandıran semavi dinler ile varoluşu ve hayatı kutsal görürse (ki bu kutsal görüş dinlerin birinci ilkesidir.) dolayısıyla çevreyi ve tabiatı kirletmezse ve bilimler kuralları ile

Yeryüzünü ekip biçerse hayatın iki önemli açığını kapatmış olur. Çevre kirlenmesi ve açlık...


Ve bu beraberliğin sonucu din-bilim barışırsa birçok ideolojik savaşlar da biter. Dinler arası barış için ise Kur'an yeterli malzemeyi içeriyor. Bu konuda bu ay yayınladığım Kur'an ve Ehl-i Kitap eserim bu barışı garantiliyor.


Bu üç adımla dünyaya genel barış (Osmanlıca deyimiyle sulh-u umumi) gelir, dünya anlam, tokluk ve esenlik olarak bir nevi cennet olur. Evet, İnsan geçmişini bilirse geleceğini daha iyi kurar; şöyle ki:


İnsanlık yaklaşık 9 milyon yıl önce hayvanlardan ayrıldı, Homosapiens, Neandertal, Homoerektus gibi yedi nesil (her nesil yaklaşık bir milyon sene) yaşadı. Yaklaşık 150-200 bin sene önce Homosapiens ki son insan neslidir, yaşıyor.


Bunlar da başta vahşi, çıplak, konuşma bilmez durumda idi. Sürü gibi yaşıyordu. Beyin Tamamdı, ama işletilmemişti. (Başta 28. Mektup, 6. Mesele olmak üzere bu konuda binlerce Antropolojik ilmi çalışma var.)

Marifet Hakkında Beş Not

Birincisi 


Semavî kitaplardan anlaşılan; madde de mana da, gayb de şehâdet de, Allah da Rahman da, İsa da Musa da, kanun da mucize de ve Ha-Mim ile işaret edilen 99 isim de ve Cevşen’de anlatılan 1001 isim ve şuunât da mutlak (sonsuz) bir Hakikatin farklı şüun ve tecellileridir. Dualiteyi ve diyalektiği yani Rahmaniyeti izah eden Rahman suresinde anlatıldığı gibi, bütün zıt varlık ve olaylar, O’nun şüun ve nitelikleridir. Bu noktadan bakılırsa insan için ölüm ve yokluk söz konusu olamaz. Varlıklar ve onların bilinçli dosyacıkları olan kişilikler sadece bir nitelikten diğer bir niteliğe geçiyorlar. Gerçekten Rahman suresi varlığı ve varlığın ikili yapısı olan dualiteyi çok güzel bir üslupla anlattığı gibi; bu ikili yapının bir neticesi olan ve göreceli olarak birbirinden farklı olan şüun ve nitelikleri de birlik ve tevhid çerçevesinde son derece sanatlı bir ifade ile sunmuştur. Evet, O her gün yeni bir şe’ndedir. 


Bu bakış açısı yani varlığı ve varoluşu bir görmek; nitelik ve nesneleri özellikle canlıları birbirinden kopuk, karışıklık içinde kıvranan ve en sonunda yokluğa mahkûm olarak görmemek, birlik kanununun, bilinçli yaradılışın ve tevhid inancının gereğidir. Çünkü en büyük dengesizlik sayılan şirkin varlıkta yeri yoktur. Şirk varsa sistem ve birlik asla var olamaz. Evet, müsbet ilimler bugün bize şu gerçeği gösteriyorlar: Bütün bu zıtları dengeleyen ve bu şüunata hayat ve can veren ve kâinatın ve hayatın işletim sırrını izah eden Sibernetik ilmine işaret eden Adl ismi ve niteliğidir ki; İmam-ı Azam’a göre en büyük ism-i azamdır. 


Evet, hiçbir şey tek başına O değildir. Fakat O her şeydir. Yani sonsuzdur. Ve her şeyin ruhu ve özü olan dengedir; El-Adldir. Hayat hakikati ile eşdeğerdir. Zaman ve mekândan münezzeh olduğu gibi kâinatın dışında olmaktan da münezzehtir. Ahmed-i Hani’nin tabiriyle O, sadece ene’l-hak değildir. Gerçek manada O, Vahid-i Mutlaktır.

bottom of page