Makaleler
İnsanlık Gerçeği
Varlık ve Hayatta Önemli Anlamlar Vardır Dedirtir.
(Nihilizme, değersizliğe, depresyona ve asıl karanlık olan cehalete ilaç olacak; çağımızda hurafe olarak anlaşılan dinlerin doğru anlaşılmasına sebep ve altyapı olacak bir yazı.)
Bu son dönemde şiddet ve savaşlar, sahtekârlık ve yalanlar hız kazandı. Ayrıca çok acıdır ki bunlara taraftar insanlar seçimleri kazanıyorlar. Dolayısıyla varlık ve hayatın anlamı bir derece kayboluyor. Bu ise toplumlarda anarşinin kök salmasına sebep oluyor. Ben buna çare olarak bir Kur’an tefsirine başvurdum. Onda deniyordu ki: Hakk, hakikat ve anlamın ilk ve en birinci şahidi insanlıktır. İnsanlık, İsm-i Hakkın somut tecellisidir. Nitekim bir semavi dine ve bir manevi geleneğe sahip olmayan birçok filozof da değersizlikten, dolayısıyla anarşizmden kurtulmak için Hümanizme yani insanî hakikate başvurmuştur. Kitaplarımda bu gerçeği gösterecek çok bölümler var. Hatta İnsan Nedir’in Cevabı isminde bir eserim bile yayınlandı. Bu realite ile beraber, bu insanlık gerçeğini açıklayan benim düşüncelerimi değil de bizzat kutsal metinlerin analizinden iki makaleyi buraya alıyorum. Ki toplumumuzda anomi ve değersizlik çirkinliği yerleşmesin. Bilim ve aydınlanma çağında olan insanlık, İnsan-ı Kamilleri (Tanrı İnsanları) sonuç versin.
Yol ve Yolsuzluk
Yol, hece dillerinden olan Türkçede tek heceli bir isimdir; yolmaktan gelir. Çünkü insan yerde yürüyünce, yeri adeta yolmuş oluyor. Bu kavramın semantik manalarını anlamak için, üç harfli kökü ile beraber beş türevli hallerine bakmak lazım. Arapçada yol manasında iki kelime var, tarik ve sebil. Tarik, tepilen ve vurulan yer demektir. Sebil ise engelsiz ve açık yol manasınadır.
Ayrıca, gidilen yol ve yöntem manasında mezhep kelimesi var. Kelamcılar, fıkıhçılar ve hadisçiler, kendi yol ve yöntemlerine mezhep deyince, onlardan sonra ortaya çıkan tasavvuf ehli de kendi yol ve yöntemlerine tarikat kelimesini kullandılar.
Bunlardan Kur’an’da 4-5 adet geçiyor. Fakat hedefe vardıran yol, halkın deyimiyle yolunu bulmak, yani Hidayet kavramı tam 288 sefer geçiyor. Evet, bir yola girmek, bir şeyi icat etmek, hatta bir canlıyı oluşturmak kolaydır. Önemli olan, sonsuz tekâmül sürecinde o varlığı ve o canlıyı zirveye ulaştırmaktır; hedefe ve ebediyete vardırmaktır. Buna işaret olarak Hidayet kelimesinin kökü HDY 19 ediyor. Varlık manasındaki vücut kelimesi de 19 ediyor. Bu sayı ise zirve durumların sembolüdür.
Bu hidayet kökü Araplar için çok önemli idi. Çünkü her on kişiden biri çölde kum fırtınası içinde yolunu kaybediyordu. Ne ismi ne mezarı kalırdı. Arapçada bu yol kaybetmeye dalalet denir. Yolu başarı ile bitirmeye de hidayet denir. Eğer bu yol etrafı bariyerli ise ve kendisi geniş ise, ona Sırat-ı Müstakim denir.
Bu hidayet yolundan kenar taraflara çektiren yani saptıran faktöre de fitne denir. Fettane kadın, insanı doğru yoldan saptırdığı için o ismi almıştır. Anarşizme de fitne denilir. Çünkü anarşizm, toplumu doğru hedefinden saptırıyor.
İnsanları Yanıltanlar
Bundan otuz sene önce çok düşündüm, en büyük günah, en büyük suç nedir, diye Kur’an’a, Kur’an’ın tefsirlerine ve insan psikolojisine baktım. En zararlı insan eyleminin yalan olduğu bildiriliyordu bu kaynaklarda. Evet, küfür bir yalandır. Sonsuz enerji, yazılım ve güzel gelişmeler ve manalar içeren evren, anlamsız ve absürttür demektir. İkiyüzlülük, varlıkta ve hayatta hiçbir düzen yok demektir. Sahtekârlık, çok çirkin bir yalancılıktır. Sahte, Farsça bir kelimedir, çok sıcak ve seni yakan manası var.
Bununla beraber bütün dinlerde, bu yalancılık, küfür ve sahtekârlıktan daha büyük bir suçtan bahsediliyordu. Deccallık. Deccal, yanıltan demektir. Kâfir ve yalancı demek değildir. Bunun zararı yalandan daha büyüktür. Dicle nehri kelimesi de bu kökten gelir. Dış görünüşte az su görünür, ama debisi insanı sürükler boğar. Maalesef bugün Türkiye’de siyaset, ticaret, reklam, iletişim ve akademik kariyerler yüzde yetmişi bu tarz yanıltmalardan oluşuyor. Çok ilginçtir İslam bilim ekolleri içinde birbirini deccallıkla itham edenler sadece hadisçiler var. Onlar aslı doğru olan rivayetleri alıp, günlük mezheplerine ve siyasete özellikle Emevi siyasetine alet ederek kullanırlardı. İslam dinindeki bilgiler soyut kanunlardır; dinde somut bir şey yoktur diyen Mutezileyi, kâfir bellemişlerdi.
Bu araştırmamdan sonra slogan tarzında şöyle demeye başladım: En büyük suç yanıltmadır, ondan daha da kötüsü insanın kendi kendisini yanıltmasıdır. Evet, Türkiye insanları bugün her açıdan yanılgıları yaşıyor. Bilimlerde ve inançta doğru ile yanlışları ayırt etme yeteneğine ve seviyesine sahip değiller.
Türkiye’deki bütün yanıltmaları, özellikle bilim dünyasındaki yanıltmaları yazmak için 10-15 cilt kitap gerekir. Biz burada sadece, yüzde yüz doğru konuşması gereken iki akademisyenin videolarından beşer kesit yazacağız ki, insanımız onlara bakıp varlık ve hayat anlamsız ve absürt imiş demesin.
Yüksek İmanlı Musa Kazım Hocama Açık Mektup
Değerli Hocamı fazla yormadan, benim hakkımda düşündüğü su-i zannı izale edecek beş-on ilmi, derin prensip söyleyeceğim sadece. Çünkü Musa Kazım Hocam sürekli Bahaeddin Sağlam çok kibirlidir diye bütün dostlarımıza bildirdi.
A) İlimde ileri olmak ayrıdır; büyük ruhani zatların büyüklüğü ayrı bir şeydir. İlim, Muhakematta anlatıldığı gibi kişinin aşağılığına ve büyüklüğüne bakmadan zamanın ve zekânın getirdiği bir üründür. Muhakematta anlattığı gibi evrensel tekâmül kanununun ve hakiki üstat olan ihtiyaç dilinin meyvesidir. İlim bir kişinin ve bir ferdin malı olamaz; nev-i beşerin (Âdemin) bir mucizesidir. Hilafet-i ru-yi zeminin birinci ve olmazsa olmaz basamağıdır. Ahir zamanda tam tecelli edecektir. Onun için Bediüzzaman, ahir zamanda kişi idaresi değil de en azından oligarşi (yani takım) idaresini öneriyor. Evet, ahir zamanda bir Mehdi veya bir İsa olmayacaktır. Mehdi, İslam âleminin bütün yetenekleriyle fenlere el atmasıdır. İsa da Hristiyan âleminin materyalistleşmiş bilimlere cevap vermesidir.
B) Böyle bir ilmi elde eden, Allah’ın ve varlığın sonsuzluğunu bilen ve iman-ı tahkiki sahibi olan aciz, hastalıklı bir kişi, kibirli olamaz. Nitekim aklı başında olan herkes bilir: Kibir ahmaklıktır ve aldanıştır. Ey değerli Hocam, şimdiye kadar yaptığın gıybeti affediyorum. Ama rica ediyorum buna bir son verin.
C) Kaç sefer söyledim ve makale de gönderdim. Siz de çok beğendiniz. Üstadımız Bediüzzaman imanı kurtarmakla mükellef idi. Savunma makamında idi. Dolayısıyla, ilmî kalitesine bakmadan eline ne geçti ise kullandı. İlmi inkişafı ise, Nurcuların yapacağı ve yazacağı Medresetüzzehra’ya ve Yeni Kur’an Tefsirine bıraktı.
Ben Onun tırnağı bile olamam; ama ilim ayrı bir şey. Eğer etrafımda koyu nurculuktan ateizme düşen gençler olmasaydı ben de eksik ve cahil kalacaktım.
Arketip Ne Demektir?
“O hayaller ki evliyaya tuzak olmuşlar.
Onlar Allah’ın bostanının ayyüzlü (soyut) gerçeklerinin yansımasıdırlar.” Mevlâna
Otuz yıldan fazla bir zamandır, samimi ve fedakarane bir şekilde bana arkadaşlık eden saygıdeğer bir dostum, hocam sürekli yazılarında arketiplerden bahsediyorsun. Halk bunu anlamaz, dedi. Ben önce halk, soyut ve evrensel şeyleri anlamaz; izah edemeyiz, dedimse de, sonra gece düşündüm; o arkadaşımın teklifinin haklı olduğunu anladım. Onun için şu uzunca izahatı yazmak gerekti. Şöyle ki:
Arke Yunancada dipteki, baştaki şey demektir. Tip de bildiğimiz ve Türkçede kullandığımız tip ve model demektir. İkisi beraber en baştaki, derindeki model demek oluyor. Bazıları buna prototip: Öntip diyor. Bu sözlük anlamın bilimsel izahı ise şöyledir:
Varlıkta ve özellikle hayatta soyut ve somut damarlar var. Bunlar birbirini tamamlayan ve bazen içiçe geçen gerçeklerdir. Her soyutun bir, hatta sayısız somutları olur. Her somutun da her tarafı kuşatan soyut yasaları olur. Dolayısıyla bütün fiziki ve biyolojik yasalar birer somut tip olarak insanın ve kâinatın bilinçaltında bulunurlar. Çünkü kâinat çok büyük dahi olsa onun da bir nevi canlılığı ve kişiliği var. Onun da aklı ve bilinçaltısı var. Bilinçaltı duyusu açılmış feylesof ve bilge insanlar, kâinattaki fizik kanunlar için Beyaz İnci demişlerdir. Biyolojik ve ekolojik alemi de ölümsüz bir kişilik ve sözlük olarak yeşil demek olan Hızır diye isimlendirmişlerdir. Mutasavvıflar, kâinatın bilinçaltına Alem-i Misal demişler; insanın bilinçaltına da muhayyile demişlerdir. Onlardaki arketiplere ise, Eflatun İdealar dedi, İbn Arabi, Ayan-ı Sabite (değişmez modeller) dedi. Bu bilinçaltı somut görüntüler ve oluşumlara bazen melek bazen ruh da denilir. Mesela yeryüzündeki bütün ziraat somut bir öküz olarak yansır. Dünyadaki bütün balıkçılık kocaman bir balina olarak görünür. Bu bilinçaltı kişilikler ve gerçekler zor zamanda insanın imdadına yetişirler. Seyid Onbaşı 250 kilo ağırlığındaki mermiyi topa yerleştiriverir. Evet, bütün harika eserler ve olağanüstü sanatlar, bilinçaltı aleminin birer neticesidirler. Halk arasında Hızır imdada yetişti, deyimi buradan gelir.
Acemi Doktor Prof. Dr. Mustafa Öztürk
Bu konuda çokça yazılar ve videolar ortaya çıktığından kafalar çok karışık; onun için yaklaşık beş bilgi anekdotu, her anekdotta da yaklaşık beşer bendi özet olarak yazacağız: Ki hem kendimizi hem muhatabımızı hem de toplumu düşünce anarşizminden kurtaralım.
A) Mustafa Hocanın Kişiliği Ve Düşünce Yapısı
1- Mustafa Hoca, kendi deyimi ile ben heterodoksum diyor. Yani ana akım İslam düşüncesinden farklı düşünüyorum. Çünkü İslam dünyası birçok yönden hastadır. Birilerinin onu ameliyat etmesi lazımdır. Ben yirmi yaşımdan beri kendimi buna adadım, diye söylüyor. Ama gerçekten inanç, bilim ve düşünce sahasında hasta olan İslam dünyasına ve kültürüne neşter vuracağına satırla sırtından vuruyor. Hem de Müslümanlara değil de, her şeyi ile mucize olan Kur’an’a neşteri sallıyor.
2-Mustafa Hoca kendini, hem Arapçada hem fen ilimlerinde tam yetkin görüyor. Ama kitaplarından özellikle en son yazdığı Müslümanların Karın Ağrısı Kadın Konusu kitabından öyle olmadığını net olarak görüyoruz. Mesela dilin Hermenötik yapısını bilmiyor. Dinlerde erillik dişilik neyi temsil ettiğini anlamamış. Psikoloji disiplinini bilmiyor. Yoksa kadın ve erkeği her yönden eşit görmezdi. Evet, hukukta, imanda ve kişilikte eşittirler, fakat ontolojik olarak aynı değiller. Onları bir yapmak yani kadını erkekleştirmek veya Batıda olduğu gibi erkeği kadınlaştırmak, doğaya, aileye, ahlaka büyük saldırıdır.
Cevher Kelimesinin Etimolojisi
Cevher, Farsça gevher kelimesinin Arapçalaşmış şeklidir. Gevher kelimesi, kulak demek olan guh kelimesinin er takısı almış halidir. Kulağa takılan değerli maden demektir. Hicri 3. Asrın sonunda Kelam ilmi kuruldu ve bugüne kadar İslam dünyasının inanç biçimini şekillendirdi. Kelam ilmi, Sünni versiyonuyla Allah'ın varlığı, mahiyeti ve isimlerinin hakikati hakkında bilgi veren onlarca cilt oluşturan bir disiplindir. Bu ilim Ortaçağ boyunca Allah'ın varlığına, en değerli varlık manasında Cevher dedi.
Diyeceksiniz neden Kelam ilmi, Asr-ı Saadette değil de Hicri 3. Asırda kuruldu. Çünkü Asr-ı Saadette, Allah'ın varlığını ifade eden İlah ve Hak kelimeleri vardı. İlah, sonsuz soyut varlık demek idi. Daha sonra tapılan manasına gelmesi ise ikincil bir manadır. Çünkü sadece sonsuz soyuta tapılır, diye Kur'an insanlığı sürekli uyarıyor. Putperestliği ve dolayısıyla gericiliği kaldırıyor. Hak da asıl gerçek varlık demektir. Sonra Hicri 2. Asırda Yunan felsefesi Arapçaya çevrilince Mutezile imamları, Hz. Ali sayesinde Allah'ı soyut ve sonsuz olarak bildiklerinden, Söz (Kelam), Mantık ve varlıkların soyut formu demek olan Logos kelimesini Allah'ın varlığını ifade için uygun gördüler. Ve bu ilmin ismi Kelam oldu. Ayrıca başta Kur'an yani Kelam olmak üzere Allah'ın isimleri onunla aynı mı, ayrı mı gibi meseleler çok tartışılınca Kelam kavramı, artık tam oturdu. Kelamcılar sadece nedensellikten dolayı bu aşkın cevhere, varlığı zorunlu manasında Vacibül-Vücud dediler. Fakat bunda, belirsiz de olsa yine somut bir varlık algısı vardı. Bu da Ulûhiyet hakikatine zıt düşüyordu. Bu zıtlığı bilen ve Mutezileyi bile somutçu gören İbn Sina ise bu Vacibül-Vücud'u, Cevher manasında değil de Logos (soyut) manasında kullanıyordu. Batı dillerinde bu kavram için essence ve substance (varlığın özü) kelimeleri kullanılır. Demek Kelamcıların Vacibül-Vücudu, Felsefecilerin Vacibül-Vücudundan farklıdır. Kelam ekolü, nedensellik itibarıyla o deyimi kullanırken; Felsefe, sadece soyut varlık ve Logos manasında o kavramı kullanır.