top of page
  • Siyah YouTube Simgesi
  • Siyah SoundCloud'a Simge
  • Siyah LinkedIn Simge
  • Black Twitter Icon
  • Black Facebook Icon

Sure Tefsirleri

Zülkarneyn ve Nişanyan

Sevan Nişanyan sürekli olarak İslam Dininin temel kaynağı olan Kur’ana saldırıyor. Bunu aydınlanmak için yaptığını söylüyorsa da; yazılarında her zaman ve açıkça bütün inananlara, özellikle Müslümanlara hakaret ederek Kur’anın hurafe ve çalıntı olduğunu iddia ediyor. En son saldırısını da Zülkarneyn kıssası üzerinden yapıyor. İşte iddiaları:


1) Kehf suresinde geçen Zülkarneyn kıssası, bir Süryani menkıbeden uyarlanmadır. Bu sure, bütün tefsirlerde bildirildiği gibi 622’den önce Mekke’de değil de, Medine döneminde yazılmıştır. Çünkü bu kıssa, 629’da bir Süryani tarafından yazılmıştır.


2) Bu Süryani metin, o günün siyasi olaylarına atfen yazılmış uydurma bir efsanedir. Bu
efsane yazıldıktan sonra iki ay içinde Medine’ye ulaştırılmıştır.


3) Muhammed, bu kıssadaki Hıristiyan unsurları atmıştır; kendi anlayışına mal etmiştir.


4) Nöldeke, Reinink ve K. Van Blad gibi oryantalistler, bu Süryani İskender kıssasının
Kur’andaki anlatımın kaynağı olduğuna işaret etmişlerdir, diyor.


5) Zülkarneyn, zikr, yecüc-mecüc ve sed gibi Kur’anda geçen kavramlar, aslında tarihî
rivayetlerin tekrarıdır; Kur’an vahiy değildir; Allah yoktur.. Dinler ve dindarlar bunları
uydurmuşlardır, diyor.


İşte bu iddiaların cevabı şu gelen beş temel ve evrensel bilgidir:


Evvela: Sevan Bey, dil ve tarihi bütün yönleriyle bildiğini söylüyor. Fakat bu ve benzeri
kıssaların evrensel manalarını bilmediği görülüyor. Çünkü bu metinleri ucuz, siyasi hurafeler olarak görüyor.


Hâlbuki Tevratta ve Kur’anda geçen kıssaların hiçbiri tarihî bilgiler olmadığı gibi; siyasi
propaganda malzemeleri de değiller. Bu kıssalar, insanlığın antropolojik, sosyolojik, dinî ve medeni evrensel yasalarını dile getiren; insanlığı düzene, inanca ve medeniyete sokan kutsal bilgilerdir. Bu bilgiler, her yörenin her çağın ihtiyacına göre dillendirilen ve sonsuz İlahî prensipleri ve insanlığın doğal sosyolojik bilincini içeren arketipal gerçeklerdir. Fakat Sevan Bey ve onun gibi düşünen oryantalistler, bunları efsane ve siyasi hurafe olarak görüyorlar. Sosyolojik ve psikolojik tahliller içeren romanları gerçek ve tarihî malzeme sanan çocuklar gibi olduklarını gösteriyorlar.

Risale-i Nur'un Tefsir Boyutu

Risale-i Nur’un tefsir yönü ise, müellifinin ifadesiyle üç yönlü bir projedir:


a) Kur’anın makasıd-ı asliyesi dediği ana konularının ispatı ve bu konuların gerçek irfanı (bilgisi) şeklinde oluşan tefsir.. Makasıd-ı Kur’aniye dediği tevhid, nübüvvet, haşir ve adalet, diye dört olarak tesbit eder. İşaratül-İ’cazın ilk tercümesinde ibadetin ilave edilmesi, Abdülmecid ağabeyin bir tasarrufudur ve yanlıştır. Çünkü adalet sadece mahkeme demek değildir. Mukaddimede geçtiği üzere felsefe ve akıl, insanlığa dört soru yöneltiyor. Dolayısıyla cevap da dört oluyor. Adalet burada ne yapacaksınız, sorusunun cevabıdır. Sermayemizi adalet üzere kullanacağız, cevabının ifadesidir. Evet, insan nevi, Allah’a karşı ve varlıklara karşı denge ve düzen ile mükelleftir. Bunun da adı adalettir. Evet, insan ibadet görevini ihmal ettiğinde bütün dengeler altüst olur..


Kendisi Kastamonu Lahikasında bu nokta için; Risale-i Nur, seb’al-mesanî olan imanın altı rüknü ile hakikat-i İslamiyeti tamamen tefsir etmiştir, diyor. Hakikat-i İslamiyeden maksadı İslamın beş rüknüdür. Çünkü kendisi, orada 22. Mektubun zekât rüknünün mucizeliğini göstermesinden bahsediyor. Evet, bu minvalde haşir ile ilgili Risaleler, Kur’anın iki bin ayetini tefsir ediyor. Ve ulûhiyet, tevhid, iman ve marifet ile ilgili 30 küsur Risalesi Kur’anın belki üç bin ayetini tefsir ediyor.


b) Mektubat kitabında geçen Kur’an bir hazinedir. Risale-i Nur ise, bir anahtardır, ifadesi çerçevesinde, Kur’anın mucizelik nükteleri ve anahtarları olarak Risale-i Nur tam bir tefsirdir, diye tekrar ile söylüyor. Benim tesbitime göre, bu anahtar kavramların sayısı 7000’i buluyor. Mesela bu 7000 kaidelerden ve bilgilerden bir tanesi şudur: İnsanların halk kesimi, Kur’anın birinci derecede muhatabı olduklarından, Kur’an mücerred (soyut) ve küllî (evrensel) kanunları müşahhas misaller ile anlatır. Bu tenezzül boyutu ile beraber; Kur’an kıssaları birer kanun-u külli-i meşhuddurlar. O kıssaların hakikatleri, her zaman ve her yerde var oldukları gibi; gözle görülecek kadar yaygın müşahhas hakikatlerdir. Demek Kur’an, tarih kitabı değildir. (20. Söz)

Başta M. Esed olmak üzere Doğu ile Batı kültürlerini bilen bazı yazarlar, bu kıssaların tarih olmadığını fark etmişler. Fakat Muhammed, bu mitolojik literatürü sırf irşad için kullanmıştır, diyerek vahyin hakikatine, ulûhiyetin şanına, nübüvvetin asaletine ve tamamen doğru bilgi olan vahyin yapısına yüzde yüz zıt bir şey söylemiş oluyorlar.. Gayb âlemine, ulûhiyete ve ahirete inanmayan bu çağın aydınlarına prim vermiş oluyorlar. Hâlbuki Bediüzzaman Kur’an kıssaları birer kanun-u küllî-i meşhuddurlar, demekle en yüksek, kutsal, imanî, irfanî ve ontolojik bir ders vermiş oluyor; Ortaçağın algısına göre inanan ve dinî bilgileri bu asırda hurafeler olarak ele alan klasik tarzdaki dindar cemaatler ile profan ve materyalist asrımızın varlık ve din algısını ıslah ediyor; dünyanın en büyük tartışma ve mücadele alanı olan bu sahadaki yarayı sulh ve ilim ile tedavi ediyor.. Maalesef dindar çevreler, Kur’anın anlaşılmasında Antropoloji, Arkeoloji ve Biyoloji gibi ilmî disiplinler kullanmadıkları için bilim dünyasında özellikle üniversitelerde dinin önünü tamamen tıkıyorlar.


Bediüzzaman’ın, böyle tıkanıklıkları açmak ve yenilerinin ortaya çıkmasını önlemek için yazdığı 7000 ilmî tespitine, onlarca proje ve hizmetlerine; ve Risale-i Nur mesleğinde kaziyye-i makbule geçerli değildir, demesine rağmen, 3 şimdiye kadar bu gibi konularda yapılan bütün faaliyetler ve piyasaya sürülen yayınlar, kaziyye-i makbule seviyesini geçebilmiş değildir. Çünkü Bediüzzaman’ın söylemini ve fikriyatını tefsir ilmi bazında anlamak için; dil, fen ve özgür düşünceyi beraber kullanmak gerekir.


c) İşârâtü’l-İ’caz örneğinde görüldüğü gibi, Kur’anın belagat yönünü özellikle, âyetin diğer âyetlerle, cümlenin diğer cümlelerle olan mucizevî bütünlüğünü gören, gösteren, uygulatan gerçek tefsir geleneğine uygun bir sermeşk tefsir boyutudur. Ebu Hanife ve Zemahşerî ve Abdülkadir Cürcanî gibi bazı müfessirler bu mucizelik boyutuna dikkat çekmişlerdir.

bahaeddin sağlam

Konuşma daveti ve medya başvuruları için, lütfen iletişime geçiniz

+90 533 163 09 12

İstanbul | Türkiye

© 2024  Tüm hakları saklıdır.

  • Bahaeddin Saglam YouTube
  • Bahaeddin Saglam SoundCloud
  • Bahaeddin Saglam LinkedIn
  • Bahaeddin Saglam Twitter
  • Bahaeddin Saglam Facebook
bottom of page